Archive | Aralık 2021

DİN KORKUNUN TEMELİDİR.

Bu başlığa inananlardan mısınız? Haydi sorgulayalım.

Mesela ”Yaptığım her şeyi ”Yaratıcımın korkusundan yapıyorum diyenlerdensiniz.

Var sayalım, hafızanızı sildim. İnancınız kalmadı. O zaman her türlü kötülüğü yapmaya açık mı olacaksınız? Eğer yaptığınız tüm iyi şeyleri sadece Yaradan’ın korkusundan yapıyorsanız, düşündüğünüz tüm kötü şeyleri de aynı düşünceyle yapmıyorsanız ,kusura bakmayın bence siz iyi bir insan değilsiniz.

Zorlamayla iyi insan olunmaz.

Başınıza bir kaza gelebilir. Hafızanız sıfırlanıp, inandığınız her şeyi unutabilirsin. O aşamada sınırsız kötülük yapmayacağınıza, bastırdığınız duyguların ortaya çıkmayacağına emin misiniz?

”Düşünce suçu diye bir şey yoktur.” deniyor. Evet düşünce suçu yok. Ama zihinde saklanıp, korkudan dolayı fiiliyata geçemeyen o düşünceler, insanlar cinnet geçirip bir anda sıfırlandığında ailelerini ve kendilerini öldürtebiliyor. Aynı şeyler insanların hırstan gözleri döndüğünde de olabiliyor. ”Bir anda şeytana uydum.” sözü çok tanıdık değil mi? Aslında o öyle biranda olmuyor. Sizin altyapınızda saklı doğru zamanın gelmesini bekliyor.

İnanç, insanın sığındığı bir olgudur. Biraz gerçeklerden kaçıştır. Zor zamanda psikolojik destektir. Ancak, insanlara inançla çok baskı yapıldığında, korku unsuru olarak kullanıldığında ters teper.

İnancın bir cinnet noktası vardır. Eğer bu noktada ruhunuzun temelinde iyilik yoksa, her şeyi dini baskı altında yapmışsanız. Kötünün en kötüsü olmaya hazır olun.

İleride dinlerin olmayacağını düşünenlerdenim. Yine de bu bir Yaratıcımız olduğu gerçeğini hiç bir zaman değiştirmeyecek. Korku, bu dünyanın korkusu, bu dünyada yaşanan bir şey. Zaten Yaradan’a inanıyorsan, korkulardan ona sığınıyorsun.

İyi bir ruhsan, güzellikler kendiliğinden geliyor. Ama derinlerde kötülükler saklıyorsan, karanlıktan kaçamıyorsun. ”Senin olan sana gelir” sözünün özü budur.

Ruhunuzu temiz ve iyi tutun. Sevgiyle kalın.

Türk İnsanı Çalışkandır.

Bu sabah İlber Ortaylı’ nın bir konuşmasını dinledim. Kendisine çok saygı duyarım.

”Türk Milleti çalışkandır. Ancak, Türk toplumunun enerjisi, kötü organizasyon ve yolsuzluklar yüzünden boşa gitmektedir.” demiş.

Ülkemizde hiçbir unsur süreklilik taşımıyor. Her an, her şey değişebilir. Bunu bilerek yaşıyoruz. Belki dünyada değişime en hızlı uyum sağlayan millet Türk Milletidir.

Konuyu açacak olursak:

Türk insanının herhangi bir konuda çok iyi olması istenmez. Bir konuda çok iyi olacak gibi görünürse, hemen köküne kibrit suyu dökülür.

Başarılıysa asla kendi ülkesinde yolunu bulamaz. İlla bir yurtdışı yapıp gelir. Ya da gelmemek üzere gider.

Çok dengeli, kararlı, ne istediğini bilen dürüst biri olması istenmez. Böyle olduğunu sananlar, kurumsal bir firmada veya devlet dairesinde olağanüstü şeyler yaptıklarını sanarak kısır bir döngüde dönüp dururlar. Ya canlarının son damlasına kadar sömürülürler. Ya da açığa alınıp, ”sen yeter ki sus, orada bekle” diye uzaklaştırılırlar.

Türk insanı aptal değildir. Ama her daim kafası karışıktır. Çünkü, bazı devlet adamlarımızın dediği gibi” Bizim ülkemizin modeli, hiç bir ülkeninkine benzemez.” Ülkemizde yüzlerce profesör bulunur. Ancak, gerektiğinde hiçbiri konuşmaz. Belki de konuşturulmaz. Zaten Türkiye’ de doğruları söylemek günahtır. Türkiye’ de doğruları sadece bir kişinin bildiği söylenir. Bu nedenle, Türk insanı düşünmeyi pek bilmez. Düşünürse konuşması gerekecektir. Konuşmaktan korktuğu için düşünmekten de korkar.

Yaşlılarda yalnızlık ve alzheimer çok fazladır. Zaten fazla yaşasınlar istenmez.

İşsizlik, geçim sıkıntısı, göçmenler derken Türk insanı şaşkındır. Nereye bastığını bilemez. Bu nedenle, durmadan ya belediyenin kazdığı kapatmadığı çukurlara düşer. Ya da kazaya kurban gider. ” Biz bu ülkede şans eseri yaşıyoruz. ” sözü buradan gelir.

Türk insanı, kimselere güvenemez. Güvensizlik bir toplum psikolojisi haline gelmiştir. Hakkını savunamaz. Her şeyden korkar. İşini kaybetmekten, evini kaybetmekten, birilerine güvenmekten………

Ekonomi, eğitim, hukuk, din gibidir. İnsanlar yapılan şeylerin nedenini anlayamaz ama sorgulayamaz. Bir şekilde inanmak zorunda oldukları için inanırlar. Çünkü, Türkiye’ de yaşam çoktan seçmeli değildir. Yanıtlar tek şıklıdır.

Tüm bunların yanı sıra Türk insanında delice bir umut vardır. Çünkü onlar çılgın Türklerdir.

Sevgiyle ve umutla kalın.

YENİ YIL DELİSİ

Pek çok değişik Yeni Yıl geçirdim. En güzelleri, ailemde herkesin yaşadığı ve hep beraber bir sofranın başında olduğumuz Yeni Yıl akşamlarıydı.

En zor olanlarsa, hafta içi olan, iş yerinden çıkamadığım, hastanede olduğum veya yalnız geçirmek zorunda kaldığım Yeni Yıllardı.

En çılgın Yeni Yılım, üniversitenin yurdunda, bir arkadaşımızın ailesinin gönderdiği yiyecek kolisini açtığımız zaman, sevinç çığlıklarıyla karşıladığımız Yeni Yıldı.

Yurtta sadece 9 kız kalmıştık. Moralimiz bozuk kös kös oturuyorduk. Gelen sürpriz yiyecek kolisi, bizim için en büyük hediyeydi. O yaprak sarmalarını, içli köfteleri, baklavaları gönderen insanları hala mutlulukla ve sevgiyle anıyorum.

Bir kısım, ”Yeni Yıl dini bayram değil, kandil değil neden önemli olsun?” der. Tamam katılıyorum. Yeni Yıl bizim bayramımız değil. Ama nedense, Yeni Yıla nasıl girersem o yılın öyle geçeceğine dair içimde bir inanış var. Kendimce bunu test ettim, onayladım.

Bana katılmanız şart değil. Sadece, Yeni Yıla kimse aç ve yalnız girmesin istiyorum. Büyük Yeni Yıl çadırı kurduramayız Covit var, biliyorum.

Peki bu Yeni Yıl bir organizasyon yapıp, Noel Baba olmaya ne dersiniz? Sonuçta Noel Baba, Antalya Demre’ de yaşamış. Yani o bizim ülkemizi tercih etmiş. Ona sahip çıkabiliriz.

Yiyecek kolileri hazırlayıp, Çocuk Esirgeme Kurumuna, Yetiştirme Yurtlarına, yoksul halkımızın kaldığı bakımevlerine, devlet yurtlarındaki çocuklara, yoksul mahallelerdeki ailelere gönderebiliriz.

Dileğim Yeni Yıla kimse aç girmesin. Herkes için mutlu bir yıl olsun.

Sevgiyle kalın.

Bir Çınlamadır Hayat !

O kış, hayatımın en zor kışlarından biriydi. İşte yer değiştirmemin endişesi üzerine bir de grip olmuştum.

Yeni gittiğim bölümde ”Gelir gelmez hastalık izni aldı.” demelerini istemiyordum. Sürüm sürüm sürünüyordum. Her an Erkin Koray’ ın Çöpçüleri beni süpürmeye gelebilirdi.

Üstüne tam iyileşemeden uçak yolculuğu yapmam gerekti. Yolculuk dönüşünde nur topu gibi bir kulak çınlamam olmuştu. ”Basınçtandır geçer.” dedim. Ama geçmedi. Gürültülü ortamda sorun olmuyordu. Ama sessizlikte, özellikle geceleri, sanki kulağımda uçağın pervanesi dönüyormuş gibi bir ses duyuyordum. Hayat kalitem inanılmaz düştü. Uykumu alamadığımdan sinirlerim bozuldu. Yediğimden, gittiğim yerden zevk alamaz oldum. Yüzüm hiç gülmüyordu.

Bir sürü doktor araştırdım. ”Artık geçmeyecek. Bununla yaşamaya alışmalısın.” dediler. Tam ben böyle nasıl yaşayacağım deyip, iki gözüm iki çeşme ağlarken, Kulak Burun Boğaz doktorlarının piri ile tanıştım. Derler ya, doktor iyi olacak hastanın ayağına gelirmiş. Adını vereceğim kendisine hayatımı borçluyum. Prof.Dr Nazmi Hoşal.

Bugünlerde pek çok insandan kulak çınlaması şikayeti duyuyorum. Sizleri çok iyi anlıyorum. Geçmez dediklerine inanmayın. Geçiyor. Siz sadece doğru doktoru bulamamışsınız.

İnsanın neresi acıyorsa, canı orada oluyor. Kulak çınlaması çok ciddi bir sıkıntı. Bu yüzden akıl sağlığını yitiren insanlar var.

Diyeceğim o ki ” Bir çınlamadır hayat. Yaşamadan bilemezsin.”

Sevgilerimle.

Keyfimin Kahyası

Ömer amca, bir kamu kurumunda işçiydi. Benimde maaş anlaşmalı müşterimdi.

Oturduğu apartman da çalıştığım şubeye yakın olduğundan iş çıkışlarında sık sık karşılaşırdık.

Eski bir apartmanın bodrum katında oturuyordu. Az kazanır ancak hiç şikayet etmezdi. ”Buna da şükür ”derdi. Eşini erken yaşta kaybetmiş. Bir daha evlenmemiş. Oğlunu kendi büyütmüştü. Ben tanıdığımda oğlu lise bire gidiyordu.

Ömer amcanın en büyük zaafı iyi yemeği sevmesiydi. Bir de günde üç kez içtiği Türk kahvesinden vazgeçemezdi. Devamlı paraya sıkıştığından kredi çeker. Sonra gelip, krediyi başka krediyle kapatırdı. Böylece kredi borcu büyüyerek ve uzayarak devam ederdi.

Dedim ya, bu krediler hep Ömer amcanın boğazına düşkünlüğünün sonucuydu. Bir de asla vazgeçemediği o Türk kahvesi yok mu? hepsi onun suçuydu. Böyle söylerdi. Ben kızınca da, gülerek ” Keyfimin kahyasımısın ?” derdi. Gülerken koca göbeği hoplardı.

Bankadan ayrıldım. Bir süre görüşemedik. Bu yakınlarda eski arkadaşları ziyarete gittiğimde Ömer amcayla karşılaştım. Çok zayıflamış. Şaşırdım.

-”Ömer amca iyimisin? Gel sana kahve ısmarlayayım.” dedim. Güldü.

-”Vaaay keyfimin kahyasıymışsın ya sen benim.” dedi.

Kahve içtik. Sohbet ettik. Yaptığımız sohbet beni üzdü.

Ömer amcanın oğlu İstanbul’ da iyi bir üniversiteyi kazanmıştı. Ancak, çocuğun masraflarına yetişmekte zorlanıyordu.

– ”Hayat çok pahalandı. Öyle güzel yemek, kahve hayal oldu. Şimdi anca işte öğlen ne verirlerse o” dedi. Eskisi gibi gülmüyordu. Gülemiyordu demek daha doğru.

Ülkemin iyi niyetli, şükreden insanı yaşlanıyor. Hayat standardı hızla düşüyor. Artık gülümseyen mutlu insanlar görmek çok zor.

Bu insanların tek mutluluk kaynağı olan yemeklerini ellerinden aldığınızda, geriye bir şey kalmıyor.

Çevrenizde zor durumda insanlar olmayabilir. Ama bu ülkede çalışan insanların % 50′ si asgari maaş alıyor. Yani bu % 50 çoğunlukla az beslenip, sadece hayatta kalmak için çalışıyor. Suriye’ li filanda olmadığınız zaman devletten bedava yardım alamıyorsunuz.

Gün birbirimize yardım etme günü,

Sevgiyle kalın……